Kayıtlar

İkinci Doğa

 İnsanın, yaşam mücadelesinde doğaya kattığı fizikî ve psikolojik nesneler bütününe kültür adı verilir. Doğanın içinde ikinci bir doğa olan kültür, ekosistem veya toplam hayat tarzı olarak tanımlanabilir.  Kültür kalıtımsal değil, toplumsal etkileşimin sonucudur. Çevresel faktörlerin gölgesindeki iletişim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Gen aktarımı tüm canlı ve yarı canlılar için geçerlidir. İnsan öğesinin farkı ise dil aracılığıyla kültürel aktarımda da bulunuyor olmasıdır.  İnsanoğlunun dünya serüveninde elde ettiği ilk edinim 'yarın sorunu'dur. Bu nedenle yarınlar için fayda değeri taşıyan maddî birikimler oluşturmak ister. Dolayısıyla ve kendiliğinden kültürel açıdan da birikimler oluşur. Çeşitli iletişim enstrümanları ile bu birikimlerin nesiller boyu aktarımı sağlanır. Bilgi, his ve düşünce biriktirme etkinliği olan kültürler uygarlığı, uygarlık da insanı oluşturur. Şu da var ki, insanlık bu süreç için büyük bedeller ödemiş olmalıdır. Vahşi tabiatla temas sonucunda el

1913 Tarihli bir öykü

 Alman Edebiyatından çeviri olarak yayınlanan, imzasız ve 1913 tarihli Osmanlı Türkçesi bir öykünün Latin harfleri ile yeniden transkripsiyonu:  _ 86 _ “Kapat Gözünü Nine”nin Hikâyesi  “Kapat Gözünü Nine” akşamları ne zaman çocuklar usulca masanın etrafına toplanmış olursa o zaman gelir. Merdivenleri hiç gürültü yapmadan hafifçe çıkar. Kapıyı yavaşça açar. Büyük bir ustalıkla çocukların gözlerine bir avuç ince kum serper. Çocuklar derhal uyurlar. “Kapat Gözünü Nine” ayaklarının ucuna basarak gelir ve daima elinde tuttuğu değnekle çocukları okşar, öper. Artık onlar da derin bir uykuya dalmış olurlar.  “Kapat Gözünü Nine” çocukları çok sevdiğinden onlara hiç fenalığı dokunmaz. Bilakis daima iyilik eder. Gündüz uslu oturanlara, annesine eziyet etmeyenlere geceleri daima güzel ve tatlı rüyalar gösterir. O, her vakit çocukların uslu olduklarını ister. Bunun için de onlarla görüşeceği zaman daima uyutur. Çünkü çocukların en uslu zamanları uyudukları zamandır.  Çocuklar güzelce uykuya daldıkl

Mānendikûh

 Osmanlı Türkçesinde kullanılan mānend-i kûh, Farisî kökenli bir terkiptir. “Dağ gibi” manasındadır. Mānend (gibi) ve kûh (dağ) sözcüklerinden oluşur. Özgün transkripsiyonu [ مانندکوه ] şeklindedir. “Mānend” ve “kûh” ayrı ayrı yoğunlukla kullanılsa da, Osmanlı yazınında tamlama olarak nadiren görülürler. Küçük ortografik nüanslarını ihtiva eden bazı örnek metinleri inceleyelim:  ... karşudan bir cinnî elinde bir gürz manendi kûh -ı Elbruz çıkageldi, heybetle bunlara soyleyüp, eyitti: “Bunda geldünüz?“ Şeyh azimet okuyup cinnîyi müsahhâr ve mutî itti. [1]  ... Ol hisâr-ı pür sükûh metânetü menâ-azze mānendi kûh we içinde olan süwārü piyâde embûh olub. [2]  ... Sipâh-ı adûdan kırılan  Yata bahr-ı hûn içre manend-i kûh [3]  ... Lenger-i ‘akl ile pâ-ber-câ iken mânend-i kûh  Şimdi şûr-ı ‘aşka bak deryâ gibi cûş eyledim [4]  ... Mânend-i kûh söyleyene ver cevâbını  Sen söyle sen işit demezem ey şebâb [5]  ... Kâmiyâ bâr-ı güneh mânend-i kûh -ı âhenîn  Vây hâle geçmese sûhân-ı istiğfârdan